Ankara DTCF Tiyatro bölümü öğrencisi Bertan Ata’nın Tiyatral Gazete için yazdığı yazı “Anlam Arayışımız Peer Gynt”

ANLAM ARAYIŞIMIZ: PEER GYNT

İnsan özünde meraklı bir canlıdır. Bu merak duygusuyla evrimleşmiştir. Peki neden merak, insan evriminde bu kadar önemli bir yer tuttu? Bunun sebebi, evrimin iki temel üzerinde gerçekleşmesidir: 1. Üremek ve 2. Hayatta Kalmak. 

Merak burada hayatta kalma adına evrimleşmiştir. İnsan, hayatta kalma uğruna merak ettiği için kesin cevaplar ister. Kesin cevapları bulamamak – ki bazı konularda belki hiçbir zaman bulamayacağız- kişiyi içten içe rahatsız eder. Bu yüzden birçok kişi cesur bir düşünme eylemine geçemez. Bunu bilinçli olarak tercih ederler. Kimileri ise çok cesurdur ve dünyayı olumlu anlamda değiştirenler, her daim cevapları cesurca arayan insanlar olmuştur. Bu cesur cevap arayışlarında en önemli sorular, kişinin başta kendisiyle ve sonrasında hayatla ilgili sorduğu sorulardır. Ben kimim? Neden varım? Amacım ne? Bu hayatın amacı ne? Bu sorular, sorulabilecek en cesur sorulardır ve dahi oyun yazarı Henrik Ibsen’in “Peer Gynt” oyununda sorduğu sorular tam olarak bunlardır. 

Anlam arayışının tüm bu önemli soruları, Antik Yunan döneminden beri sorulmuştur. Yine de en azından benim için bu zor sorulara karşı çok cesurca cevaplar arayarak, en ciddi başarıyı elde eden kişi Rene Descartes adında bir Fransızdı. Descartes, modern felsefenin babası olarak kabul edilir. Bence modern bilimin de babalarından biridir. Anlam arayışında her şeye sıfırdan başlamak gerekir ve Descartes tam olarak bunu yaptı. Her şeye sıfırdan başladı. Başta kendinden şüphe duydu ve “Ben var mıyım?” diye sordu. Bunu da müthiş bir formülle açıkladı: Var olup olmadığımı düşünüyor olmam, benim var olduğumu gösterir. Düşünüyor olmamdan şüphe edemem çünkü bu şüphe bile düşündüğümü gösterir. O halde “Cogito ergo sum” yani “Düşünüyorum, o halde varım” 

Düşünen bir varlık olduğumuz kesindi. Yine de iş elbette burada bitmiyordu. Cevaplanması gereken başka önemli sorular da vardı. Kim olduğumuzu, ne olduğumuzu ve bu hayatın tam olarak ne olduğunu bulmak gibi. Bu amaçla sanat da felsefe gibi en önemli araçlardan biri olmuştur ve tiyatro, bu amaç uğruna, bu sanat dalları arasında eşsiz konumdakilerden biridir. 

Ibsen gerçekçi bir yazardır. Descartes gibi rasyonalist yani akılcıdır. Yine de Peer Gynt oyunu, Ibsen’in diğer oyunlarından farklı bir özelliğe sahiptir çünkü bu oyun, bugün sürrealist diye nitelediğimiz unsurlar da taşır. Öyle ki gerçekle hayalin tam bir karşıtlığını görürüz. 

Peer Gynt sıradan, köylü bir gençtir ama çok hayalperest ve maceraperesttir. Bu karşıtlık onu sıra dışı bir karakter yapar. Tüm yaşamı boyunca sorumluluklardan kaçar, gerçeklerden uzaklaşır ve kendi hayal dünyasında yaşar. Peer Gynt annesinin ölümünden sonra çıktığı yolculukta kim olduğunu bulma arayışındadır. Peer Gynt’ün yolculuğundaki anlam arayışı, hem içsel hem de dışsal bir arayıştır. Norveç’in bir köyünden başlayıp, dünyanın farklı yerlerine uzanan bu çok uzak dışsal yolculukta aynı zamanda içsel bir keşfe çıkar. Peer Gynt, yoluculuğu sırasında idealize edilen bir karakterdir. Maceracı, kral, iş adamı, köle tüccarı, aşık olunan bir adam, sahte bir peygamber… Oyunun sonunda ise idealize edilenin dışında sadece yaşlı bir adam. Bu rollerin her biri Peer Gynt’ün kimlik arayışındaki başarısızlıkları ve kendi benliğini bulmaya çalışırken yaşadığı zorlukların temsilidir. 

Peer Gynt yolculuğu sırasında birçok kişiyle karşılaşır ve her biri kendisine bir şey öğretir. Örneğin oyunda trollerle karşılaştığı sahne, Peer Gynt’ün hayatta yapmak istediklerinin karanlık bir yansımasıdır. Troller kendi çıkarları peşinde koşan ve ahlaki değerlerden yoksun yaratıklardır. Trollerin “Olmak zorunda değil. Yeter ki görün” prensibi Peer Gynt’ün yaşam tarzını özetler. Yine oyunun sonuna doğru Peer Gynt, düğme dökümcüsü Button-Moulder ile karşılaşır. Bu karakter, Peer Gynt’e ruhunu eritip, yeni bir ruh yapmayı teklif eder. Bu sahne, Peer Gynt’ün hayatı boyunca kimseye zarar vermeyen, iyilikler yapmayan, sıradan bir insan olduğunu ve bu yüzden kimliksiz bir şekilde var olacağının temsilidir.

Button-Moulder’ın Peer Gynt’e “Kim olduğunu söyleyebilir misin?” sorusu, oyunun ana sorununu özetler. Peer Gynt’ün tüm hayatı boyunca kendisini tanıma çabasını ve bu çabanın sonunda ulaştığı boşluğun bir simgesidir. 

Peer Gynt bencil, kibirli ve çıkarcı bir karakterdir. Amacına ulaşmak için başkalarını kullanmaktan asla çekinmez. Bu durum onun anlam arayışındaki bir başka çatışmayı gözler önüne serer. Önemli biri olduğunu düşünerek yaptığı bu şeyler aslında onun sürekli olarak korkuları ve yetersizlikleriyle yüzleşmekten kaçındığını gösterir. Oyundaki anlam arayışı sırasında en belirgin temalardan biri, kişinin kendine sadık kalma arayışıdır. Peer Gynt birçok kişi olur ama oyunun sonunda yaşlı bir adam olduğu zaman, geçmişi düşünür ve aslında tüm yaşamı boyunca kendine karşı dürüst olmadığını fark eder.

Peer Gynt, oyun boyunca karşılaştığı kişiler ve yaşadığı olaylar sonucunda gerçeklerle yüzleşir. Peer Gynt’in yoluculuğunda gerçek benliğini yani “Ben kimim ve amacım ne?” sorusuna cevap araması, en bariz anlam arayışı olarak karşımıza çıkar. Peer Gynt sürekli yalanlar söyler ve başka biriymiş gibi davranır. Tüm bunlar, bireyin, toplumun doğru kabul ettiği değer normlara uygun yaşaması zorunluluğunun bir simgesidir. Bunu zaten Ibsen’in diğer oyunlarında da çok sık görürüz. Peer Gynt’ün tüm hayatı boyunca kim olduğunu bulmaya çalışması ve bunu bir türlü bulamaması, toplumun bireye yüklediği roller ve bu rollerin, kişide yarattığı büyük kavram karmaşasının bir tezahürüdür. 

Peer Gynt’ün sevdiği kadın Solveig, saf ve koşulsuz sevginin temsilidir. Solveig, Peer Gynt’ü olduğu gibi kabul eden, onun kaçışlarından ve hatalarından bağımsız olarak ona sadık kalan bir karakterdir. Peer Gynt’ün hayal dünyasında yaşamasının aksine Solveig, somut ve gerçek bir sevgi sunar. Peer Gynt uzun yıllar yaptığı yolculukların ve anlam arayışının sonunda Solveig’e geri döner. Solveig, Peer Gynt’ün içsel yolculuğunda bir denge noktasıdır ve oyunun sonunda Peer Gynt’ün ruhsal anlamda kurtuluşunu simgeler. Peer Gynt’ün Solveig’e dönmesi, aslında gerçeğe ve kendine dönmesidir. 

Peer Gynt edebi açıdan gerçek bir başyapıttır. Eser, karmaşık bir karakterin derin psikolojik incelemesini yaparken, aynı zamanda toplumsal eleştiriler ve mitolojik öğelerle zenginleştirilmiş, tüm bunlarla beraber insan ve yaşam adına anlam arayışında bulunan çok katmanlı bir anlatıdır. Peer Gynt oyunu aynı zamanda çağının ötesinde kabul edilen anlatım tarzıyla, absürd tiyatroya ve sürrealizme ilham kaynağı olmuştur. Peer Gynt’ün anlam arayışı ve oyunun sonunda, tamamen hayal dünyasında geçen bir hayatın sonunda, ölmeden hemen önce gerçek sevgiyi bulması, oyunu zamansız ve evrensel yapar. Bu eser yoluyla, anlam arayışı ile ilgili cevapları bulmak için cesaret gösterip, bunları arayan Henrik Ibsen de isminin ölümsüz olmasını sonuna kadar hak ediyor. Eserleriyle bize bambaşka ufuklar açan bu dahi yazara saygılarla…

(Tiyatral Gazete 7.Sayı)

Tiyatral Gazete’yi satın almak için shopier | dergi kapında

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

LaKonser ❤ 2017-2025